Sayfalar

6.

 




kadın...

karanın "ka"sı ile başlasa da adın

dilerim  mevladan 

hep ak olsun bahtın...


kadın...

annelik değil mi  en ulvi payen

bağışlamış mevlam  zaten 

ayaklarının altına serdiği cennetini 

iyi huylu evlada hediye ederekten. 


kadın...

evlat değil mi en mutena varlığın

büyütene kadar bitmemeli analığın

büyüttükten sonra da evlat için 

hebadır derdi çileyi omuzlamadığın.


kadın...

evladın

daima baş tacın

verdiğin kadar alırsın mükafatın.




mağrur kadın,

genç ve güzel iken devranın

hep aynı gideceğini sanırsın

her ne sebeple olursa olsun

eğer terk ettiysen evladın

dertlenip üzülme sakın

mutlaka alırsın armağanın  (!)

öptürürken nefretini emsallerine

bir yerlerden ses gelir de

nereden geldiğini anlayamazsın!


sen yırtın dur,

çocuk da doğururum, 

kariyer de yaparım diye,

ve doğurduğuna 

sahip olamamışsan eğer

o evlat

an gelir 

yaptığın kariyerin haşmetinde

ibadet sayıp yokluğunun acısını,

girdabına alır seni,

döner durursun suçu kadere yükleyip,

değil fizana, 

sürsen de dondurucu kutuplara,

yanarsın, yanarsın...

pişmanlık fayda etmez 

ayaklandıkça devrilip,

kendi kararttığın bahtının karanlığında

bir kıvılcım, bir ışık diye

dolandıkça dolaşıp

ararsın da ararsın !


yok öyle yağma

çiçekler derleyip, 

gülücükler saçacak

hayata katılan güzelliklere

övgüler atıp,

kof kariyerini

şakşaklatacaksın...


onunla da yetinmeyip,

kaf dağından

kıvılcımı sönmüş

kaknüs niyetine 

turnalar uçuracaksın...

bilmeden, tanımadan

harın ah-ü zarına 

düştü diye düşleyip, 

ol şahı görünmez sır eyleyip,

dedikçe dediklerinin kodunu,

teşbihleyip mecnunun,

gönül kervanına yükleyip,

çizdiğin rah-ı sureti,

kaktüslerle süsleyip,

sundukça umuma,

Allah'ın sopası yok ama...

yürekteki en derin yara,

bir evlat çığlığında 

vuruverir 

insanın alnının şakına!


bir kadına evlat

ne büyük nimettir o,

hele ki, kız evladı...

Yaradan'ın kadına

en güzel armağanı.


minicik iken ayrı güzel,

bebeklikten çocukluğa geçişiyse

temaşanın en doyulmaz hali.


iki yandan bağlarsın saçlarını

tutarsın elinden, çıkarsın sokağa

gururla parlar gözlerin

yüreği yüreğinde

gözleri yüzünde

heyecanla beklersin

ilk  "anne" kelimesini

işittiğinde bir meltem çıkar

çiçek, çiçek savrulur sema

o kelime misk-i amber

kokusundadır adeta

sormayın,

kelimeler kokar mı diye,


suçu kadere yüklenen bir hasret,

pişmanlık satırlarında

köze giriyorsa,

"anne" kelimesi de,

missler gibi kokar, hem de ne kokar !


baharın bağrında

ne güzeldir kırlarda özgürce

sere serpe uzanıp, yatmak

kapıldığın tatlı uyuşuklukla

tabiatın varlığını duyumsamak


ama 

anne isen,

yanında evladın da olmalı,

minik ise 

etrafında koşup oynamalı,

büyümüş ise,

okuduğun kitaba bir göz atıp,

hakkında seninle konuşmalı

o zaman  varılır tadına

uzanıp yatmanın kırlarda

baharda.



yok öyle...

sıkıntıyı görünce

arkanı dönerek 

çekip gitmek.


gideceksen şayet,

evladınla gideceksin

o da

mutlaka gideceksen.


neden gideceksen?

benim kitabımda 

bir tek şart yazar gitmeye

var ise cana kast,

susarım.

yok şu imiş, yok bu imiş...

bırakın efendim,

hepsi bahaneye 

birer kılıf imiş!

evladın var ise,

tüm kılıflar çöpe...

çekeceksin!



görünüyor işte

sarı saçlarından sen

sorumlu olmadığın gibi

elindeki de 

süt küleği değil!


bir diyarbakır türküsünde

der ki,

"Başındaki Tellere (Lo)

Bak Şu Esen Yellere

Kıymet Verip Kim Bakar (Lo)

Sen Var İken Ellere"


ilmin selçuktan ise,

irfanın nereden diye sormayın

bir defter müptelasıyım,

diyarbakır türküsündeki gibi

başımdaki telleri

estiren yeller hep oradan

o zaman...

söylenecek tek söz,

yardım etsin sana Yaradan!


devamı mı?

"Kıymet Verip Kim Bakar (Lo)

Sen Var İken Ellere"

artık kim kime kıymet verip,

bakıyorsa...Looo!

"de gel" değil anam babam,

"de gel" değil!

"de git!"



yazı, nesirlikten de, nazımlıktan da çıkmadan

(çıkmak üzereyken yakaladım sanırım)

devam edelim.


Sisler arasından bakmaya çalışan

tarumarım,

görüyor gözüm seni ama

gönül gözüm değil!

bilirim anneliğin ve evlatlığın

nev-i şahsına münhasırdır

özenli ve müstetâb !

eh, ne demeli

yavrunu sana, seni yavruna

bağışlasın Ya Rabb.

Hakk'a yürümüşlere rahmet.


hani bir düşünür dememiş mi?

"..ne üz..! ne de üzül...!

ne kadar çok mutlu kişi eşittir o kadar çok mutlu zatım ..

mutluluk;  sevgi, saygı, bilgi, üretme ve paylaşmanın toplamıdır"

eh... bundan iyisi can sağlığı

da,

acaba düşünen düşünür,

bu düşüncesini düşürürken ak kağıda,

gerçekten böyle mi düşündü acaba?

sanmam!

nedeni?

yaratıcılık adı altında ortaya dökülen onca bühtan.

aslolan, 

niyet ise 

nerede zer-nişan?

sonuç

hicran, hicran, hicran...



her ne kadar

kara kaşların, kara gözlerin

ferman yazdırsa da,


her ne kadar 

sarı saçlarından sen sorumlu

değilsen mihriban,


"annelik"tir esas olan 


bu satırları yazan da geçti inan 

aynı kahır yollarından

ama...

bir tek farkla;

ister inanma , ister inan !

******

ve hep yanındaydı evladı,

şimdi meyvelerini topluyor...

iki minicik kız çocuğu ile...

harbiden canı ciğeri kızı da oldu bir de,

iki miniğin annesi.


kadınsan, evlattır aslolan

sen de ki, 

yalan

yalan olsaydı, 

çoktan eylenmişti 

terk diyardan.


şair değilim, 

ama gönül gözüm açık

soy sop palavra...

önemli olan insan.

ve sevgi, sevgi, sevgi...

işte böyle, 

defter, defter dürülen mihriban.


yedi aylık zahmeti, 

ahlara saydırmayan iradeyi veren Rabb'ime

sonsuz kere  şükür ederken, 

gönül canıma söz geçirişimin

acısı ise hiç dinmedi ve dinmeyecek !

************

kariyer mi?

haa... sahi unuttuk,

sizleri emsal alırsak,

fazlası var, eksiği yok!